top of page

Yüzler ve Yerler


Akbank Sanat, Theo Estatu’nun ‘Yüzler ve Yerler’ adlı sergisini ağırlıyor. Etiyopyalı bir babanın ve Hollandalı bir annenin çocuğu olarak Londra’da doğan Estatu, çocukluğunu farklı şehirlerde geçirip Roma’da soluklanmış, son yıllarda ise Berlin’i mesken tutmuş çokkültürlü bir sanatçı. Onun çokkültürlülüğünü farklı kılan ise kendisinin de hayatı boyunca deneyimlediği kültürler arası ilişkileri üretiminin merkezine koymuş olması. Estatu sanatında farklı kültürler ve kimlikler arasındaki çatışmaları odağına alıyor.

Kültürel kimlikler hiçbir zaman sabit ve tanımlı olmamış, politik gelecek tasarıları tarafından oluşturulmuş ve biçimlendirilmiş, tarihsel olaylar tarafından inşa edilmiş ve yıkılmış, kültürel nesnelerin yerlerinden edilmesiyle ve nüfusların göç etmesiyle dalgalanmalar göstermiştir; bunların hepsi de zamanın akışı içinde kimlikleri sabitlemenin olanaksızlığına işaret eder gibi görünmektedir, çünkü kimlikler doğaları gereği sürekli değişim içerisindedir. Bizim tek tanımlayabileceğimiz şimdiki zamandır; şimdiki zaman da grotesk ve değişkendir ve sırtında geçmişin hayaletlerinin getirdiği bir yükü taşımaktadır. Bununla birlikte, şimdiki zamanın belli bir güzelliği vardır; yeni adalet yargılarının oluşabilmesi yönünde bir diriliğe, yeni uyum arayışlarına ve yüzeysel ve göstermelik politik eğilimlerin aksine, henüz var olmayan melez durumlara yönelik bir kabul ve heves içerir. ‘Yüzler ve Yerler’ sergisi ise sanatçının eserlerine bu çerçevede bakmak için elverişli bir seçki sunuyor. ‘The Slave Ship’ (2015) ve ‘Atlas Fractured’ (2017) adlı iki video enstalasyondan müteşekkil sergi, Estatu’nun yapıtlarını baştan sona kat eden temaları ve yöntemleri bir araya getiriyor.

‘Parçalanmış Atlas’ olarak çevrilebilecek ‘Atlas Fractured’, ilk olarak 2017’de günümüzün önde gelen sanat etkinliklerinden Documenta’nın 14. versiyonu kapsamında Atina’da gösterildi. Bu iş farklı kimliklere sahip insanların yüzlerine Batı medeniyetine ait ikonik sanat eserlerinin yansıtılmasıyla oluşturulmuş bir videodan ve aynı yöntemle oluşturulmuş portrelerden ibaret. Rönesans’tan beri ebedi, ezeli ve evrensel oldukları iddialarını taşıyan Avrupa menşeli kültürel ürünlerin imgeleri, zaman karşısında naçar kalan ve belirli coğrafi kodları taşıyan insan suretleriyle üst üste geldiklerinde ortaya çıkan çatışma farklı kimlikleri stereotipleştirme çabasında olan ideolojilerin neden başarısızlığa yazgılı olduklarına dair sanatçının önermesini görselleştiriyor. Bir türlü sabitlenemeyen, zaman ve mekân içindeki hareketlerine bağlı olarak sürekli değişim halinde olan kimliklerin orkestrasyonu videonun akışkan yapısının imkânları sayesinde kaotik ama zengin bir ezgi oluşturuyor. Üretim sürecinde dijital imkânların kullanılmayıp imajların analog yollarla üretilmiş olması da durağanlık ve akışkanlık arasındaki gerilim açısından dikkat edilmesi gereken bir husus.

Sergideki ikinci iş ‘The Slave Ship’, Köle Gemisi adını İngiliz ressam J. M. W. Turner’ın bir resminden almış. Daha işin isminde yapılan bu gönderme, Estatu’nun farklı kültürler arasındaki ilişkiyi irdeleyen dilini kurmasını sağlıyor. Okyanusu hem zamanın bir metaforu hem de coğrafi bir gerçeklik olarak ele alan bu çalışmada su etrafında örgütlenmiş olan kültürel karşılaşmalar, takaslar ve çatışmalar bir video kolaj olarak kurgulanmış. Estatu, katman katman işlediği videoyu yalın bir şekilde göstermektense yarım daire biçiminde duvara yansıtmış ve zemini aynayla kaplanan bir odaya hapsetmiş. Böylece zemindeki yansıma yarım daireyi bütünlüyor ve karşımıza güneyin kuzeyi aynaladığı bir Dünya imgesi çıkıyor. İşin yerleştirildiği odaya girilememesi ve sadece küçük bir pencereden bakılabilmesi ise Rönesans’taki Dünya’ya bir pencereden bakma geleneğini çağrıştırıyor. Her ne kadar işin adına ve kullandığı imgelere bakıldığında 15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafi keşiflere ve akabinde gelişen sömürgeciliğe gönderme yaptığı düşünülse de aynı imgeler havuzu günümüzde devam eden kıtalar arasındaki eşitsizliği, sömürüyü ve çatışmayı imleyebiliyor. Bu perspektiften ele alındığında ‘Slave Ship’ okyanusun dibini kazıyarak çağdaş çatışmaların arkeolojisini yapıyor ve farklı zamansal bloklar arasındaki bağlantıları kuruyor.

Eshetu, İletişim Tasarımı dalındaki lisans derecesini North East London Polytechnic’ten (1981) aldıktan sonra, profesyonel hayatının büyük bölümünü, kendini kısa süre içinde önde gelen bir video sanatçısı olarak kanıtladığı Roma’da sürdürmüştür. O zamandan bu yana uluslararası arenada yer almaya devam eden eserleri; documenta14 (2017), Los Angeles County Museum of Art, LACMA (2016), Şanghay Bienali (2016), Goteburg Bienali (2015) Tate Britain (Londra, 2014), Kochi-Muziris Bienali (2014), Venedik Bienali (2011, 2004), National Museum of African Art, Smithsonian Institution (Washington DC, 2010), New York African Film Festival (2010), Robert Flaherty Film Semineri, Vassar Üniversitesi (2007), Baltimore Museum of Art (Baltimore, 2006) ve daha birçok etkinlik ve kurumda sergilenmiştir.

Katıldığı önde gelen uluslararası karma ve kişisel sergiler arasında STADT / BILD – Xenopolis, Deutsche Bank KunstHalle (Berlin, 2015), Streamlines Deichtorhallen (Hamburg, 2015) Die Tropen: Views from the middle of the globe, Martin Gropius-Bau (Berlin, 2008), Snap Judgments, ICP International Centre for Photography (New York, 2006) ve Digital Africa, Electronic Arts Intermix/Dia Foundation/African Film Festival (New York, 2003) yer almaktadır.

Eshetu’nun yapıtları dünyanın dört bir yanındaki Tate Britain (Londra), National Museum of African Art, Smithsonian Institute (Washington DC), Baltimore Museum of Art ve The Walther Collection (Ulm/ New York) gibi özel ve kamusal koleksiyonlarda yer almaktadır. Eserleri, DAAD Berliner Künstlerprogramm Görsel Sanatlar kategorisi (2012), Visionary Africa, BOZAR Brusssels (2010) ve Berlin Video Festivali Birincilik Ödülü (1993) gibi pek çok ödüle layık görülmüştür.

Sergi, Akbank Sanat, Tarabya Kültür Akademisi ve Goethe Institut‘un işbirliği ile gerçekleştirilmektedir. “Yüzler ve Yerler” 9 Mart’a kadar Akbank Sanat‘ta izlenebilir.

bottom of page